"Gelen her yabanciyla ilk karsilasma öncesi, genellikle kendimi hazirlardim. Bu ihtiyara da, yüzümde yapmacik bir gülümsemeyle digerlerine verdigim cevaplari verecektim: Cumhuriyet diyecektim, devrimler diyecektim, Türkiye'de kadinlarin seçme seçilme hakkini Avrupa'daki birçok ülkeden önce aldigini, üniversite hocalarinin yüzde kirkinin kadin oldugunu anlatacaktim. Bu ülkede yarim asirdan fazladir fes giyilmedigini, erkeklerin dört kadinla evlenmedigini, Türklerin Arap olmadigini, Istanbul'da çöller ve develer bulunmadigini, kisin soguktan herkesin kiçinin dondugunu ve bunlar gibi bir sürü cümleyi ardi ardina siralayacaktim. (...)
Bu arada bütün yasal haklara ragmen pek çok kadinin hâla dayak yedigi, kadin siginmaevlerinin dolup tastigi, doguda genç kizlarin aile meclisi karariyla idam edildigi gerçeklerini saklayacaktim elbette. Cunku bunlari konusmak milli gururuma dokunuyordu. Hem bütün bunlar gerçegin tümü degil, sadece bir parçasiydi.
Sik sik gelen yabanci konuklara bu açiklamalari yapmak, sonra "Grand Bazaar, Blue Mosque" turlari, deri ceket, elma çayi, mavi nazar boncugu ve Türk lokumu aliverislerine götürmek isimin en can alici noktasiydi. Is bulmanin kolay olmadigi bu dönemde, ister istemez bu aptalca sorulara cevaplar verilecek, yasli profesörlerin kur yapma girisimleri anlamazdan gelinerek basariyla savusturulacak, havaalaninda ugurlarken kirk yillik akraba gibi sarilip öpmelerine ve Türklerin konukseverligi söylevlerine katlanilacakti..."
"Ülkeleri disi ve erkek olarak ayirirdim ben. Mesela Iskandinav ülkeleri, Fransa, Italya, kadindi; Almanya, Ispanya, Amerika ise erkek..."
"Onlarin basina gelenleri anlatmaya karar verdim. Cünkü ancak hikâyesi anlatilan insanlar var oluyordu."
Serenad - Zülfü Livaneli
Aucun commentaire:
Enregistrer un commentaire